
Yekta YILDIZ
Aşık Mustafa (Altınkaynak)
1284 Rûmî (M. 1868) tarihinde doğmuş ve 1941 yılında ölmüştür.
Mahalle hocasından almış olduğu bilgilerin dışında herhangi bir eğitim almamıştır. Birinci cihan savaşına da katılan şair, yoksul bir hayat sürmüştür.
Âşık Mustafa (Altınkaynak), ara sıra namaz kılmadığından dolayı mahalle imamı kendisini kınarmış. Bir gün imamın, eşeğine kızarak uçurumdan aşağı yuvarladığını ve derisini yüzerek elinde sürüklediğini görünce, Mustafa bunu fırsat bilip, karısısın adı Çimen olan imamı hicve başlar;
Orak biçer birisiyle
Abdülkadir karısıyla
Geldi çıktı derisiyle
Güle güle ye Hacı Hüseyin Efendi
Yemşenin dibinde yatar
Gelir de sofuluk satar
Gider eşeği yardan atar
Güle güle ye Hacı Hüseyin Efendi
Eşeğini ökleyeydin Çimen’e
Sen ettin sen öldürdün kime ne
Bu sene de hasret koydun samana
Güle güle ye Hacı Hüseyin Efendi
Bir başka söyler güzellemeyi Aşık Mustafa. Bünyan'ın simgesi durumuna gelmiş olan Kayabaşı için söylediği şu şiirinde duygularını ne güzel dile getirmiştir:
Gergeme solunda şarın sağında
Bülbüller ah çeker gül budağında
Eteğinde Şahsenem’in bağında
Gülün açtığını bil Kayabaşı
Sen yüce kayasın şarına yönek
Sıdk ile yüzümüz Mevlâ’ya dönek
Ad Kavminden kaldı yüz bin gözenek
Geçmez mi yanından yol Kayabaşı
Nice bir kavimler sana geldiler
Gâhi ağladılar gâhi güldüler
Külünk ile delik delik deldiler
Ecele bir çare bul Kayabaşı
Yüzer gördüm ördek ile kazları
Âşık eder mâşukuna nazları
Yenice’de Rum Ermeni kızları
Giyinmiş yeşili al Kayabaşı
Ak seyha giyinmiş şu yüce dağlar
Ziynetin çıkarmış bahçeler bağlar
Ciğer yanmayınca gözler mi ağlar
Güzün geldiğini bil Kayabaşı
Güz gelince harmanların savrulur
Esen sabā yeli sana çevrilir
Coşkun ırmakların akar devrilir
Gülün solduğunu bil Kayabaşı
Mustafa’m söylesin aktan karadan
Dilerim adûlar çıksın aradan
Senin de muradın versin yaradan
Sen de gülenlerle gül Kayabaşı
Komşu kızına gönül vermiştir ama, anasını razı edemez. Ancak damdan dama sevdiğini seyretmekle yetinir. Duygularını şu şekilde şiirlerine döker:
Desem mi çaldırdın zülfün teline
Güzel kokuların bendetti beni
Kimseler düşmesin aşkın eline
Ne yaman sevdalar bendetti beni
Al yanak üstüne bir nar sallanmış
Kâkül perîşandır zülüf tellenmiş
Gerdanın pek beyaz el kızıllanmış
Elvan kınaların bendetti beni
Bir top çiçektir ol Türkmenistan’dan
Şeydalar seslenir gül gülistandan
Giydiğin basmalar Frengistan’dan
Sürmeli gözlerin bendetti beni
Mustafa’m ömründe bir gün görmedi
Yârin bahçesinden has gül dermedi
Felek ele verdi bana vermedi
Amansız zalime bendetti beni
Adana’da bulunduğu sıralarda, oranın havasına ve sıcağına dayanamamıştır. Bünyan’ın serinliğine hasret kalan Aşık Dayı özlemini şu şiiri ile dile getirir:
Adana’dan çıktık doğrulduk yola
Öter benli turaç tatlıdır dili
Sahile dayanmaz Bünyan’ın gülü
Allı gelin kalk Bünyan’a gidelim
Bellidir Külek’in boğazı belli
İçinde oturur bir ağa yollu
Tekir Yaylası da tomurcuk güllü
Allı gelin kalk Bünyan’a gidelim
Bozantı da coşkun akar bulanır
Yıkılası Mengel hayli dolanır
Fındıklı’da çok güzeller sulanır
Allı gelin kalk Bünyan’a gidelim
Karahisar’ın arkası da dağ olur
Edirafı mor sümbüllü bağ olur
Karasu’da sökün kuşlar çoğ olur
Allı gelin kalk Bünyan’a gidelim
Aşık Dayı, Ermeni bir marangoz ustasının yanında çalışmaktadır. Ustası kesilecek bir tahtanın ucundan tutmasını söyler. Aşık dayının elinden tahta düşünce, Ermeni usta Aşık Dayı’ya ağır sözler söyler. Aşık Dayı ustasına dönerek, beni iyi dinle der ve şu taşlamayı söyler:
Gafil iken elimden üzüldü tahta
Koyun bekler gibi yatar yolakta
Uğrun kaptın hayır yoktur dolakta
İsa kullarından Agop Çorbacı
Cismime kâr etti Mervan’ın sözü
Derya gibi coşar âşığın özü
İt oğlu it olur taz’oğlu tazı
İsa kullarından Agop Çorbacı
Sarrafı bilir dürr ü güheri
Sen niye bilmedin şep ü şekeri
Nene mağrurlandın itin zekeri
İsa kullarından Agop Çorbacı
Bilmedin mi Mustafa’nın ünü var
Aşık olduğunu sen de tanı var
Vakitsiz zaman zırlama hımar
İsa kullarından Agop Çorbacı
Mustafa’m söyledi böyle bir pendi
Dolansan dünyayı yoktur menendi
Amasya’dan gelen Kirkor Efendi
Zapteyle kelpini can incitmesin
Bağın bahçenin yeşerdiği, çağlaların irileştiği ve dikilen sebzelerin göverdiği bir zamanda, çok iri taneli dolu yağar, tüm meyve ve sebzeleri mahveder.
Aşık Dayı yine dayanamaz ve diyeceğini der:
Bak şu Allah’ın işine
Düşmüş çağlaların peşine
Vuruyor dişine dişine
Hemen döşür hemen döşür
Bak bostandan gönlüm döndü
Ham çağlalar yere indi
Gelinler kalbura bindi
Hemen döşür hemen döşür
Duran onbaşı dikiş diker
Parasıyla patates eker
Dolu gelir dibinden söker
Hemen döşür hemen döşür
Dağlarda yayılır mezmerdek
Sularda dolanır ördek
Ali çavuş tatlı çeerdek
Hemen döşür hemen döşür
Güdük gelin gelir sabah
Ne pancar kaldı ne kabak
İnanmazsan pürüne bak
Hemen döşür hemen döşür
Sanki Mustafa bostan ekti
Ekti de ne murada yetti
Elindeki para da bitti
Hemen döşür hemen döşür
Bir başka şiirinde ise, kendini hicvederken, diğer insanlara da mesajlar vermektedir:
Taç eyledim seni başa
Emeğimi verdin boşa
Çalsam seni taştan taşa
Uslanmadın behey gönül
Görmüyor musun mezarı
Çeker gider ufak iri
Tā ceddin Adem’den beri
Gafil misin behey gönül
Ne yaman sevdin uykuyu
Nisyān ettin zikri huyu
Almadın zerre kokuyu
Mahzun kaldın behey gönül
Kalmaz dünya hama hasa
Hani Musa, hani İsa
Zannım şöyle, fikrim kısa
Deli misin behey gönül
Hani sende farz ü sünnet
İşin gücün koğu gıybet
Zahmetsiz alınır mı Cennet
Deli misin behey gönül