top of page

Kayseri'de Unutulmayan Kişiler

BOZ AHMEDİN OSMAN :

 

Fransız işgalinden sonra, Ermenilerin Haçın (Bakırdağ) ve çevresinde Türklere karşı giriştikleri hunharca cinayetleri önlemek için çete olarak Millî Mücadeleye katılmış, binicilik, silah kullanma ve cesaretiyle ünlenmiştir. Vurguncuların hasmı, mazlumların dostu olarak bilinirdi. Menfaatlerine halel gelen kişilerin devlete şikayetleri üzerine, yakalanmamak için kaçıp dağlara sığınan Osman, bir ara yakalanıp Malatya hapishanesine konulmuştur. Bir yıl sonra kaçarak tekrar dağlara dönen Osman 1945 yılında Kayseri’deki evinde eceliyle ölmüştür.

 

CEMİL BABA (Hacı Cemil) :

1912 yılında Kayseri’nin Deliklitaş mahallesinde doğan Cemil Baba, babasını I. Cihan savaşında kaybedince, Annesi Methiye Hanım üç çocuğunu alarak Talas’ta Harman Mahallesi’ne  yerleşmiştir. Cemil, küçük yaşlardan itibaren ayakkabı boyacılığı yapmaya başladığı için “Boyacı Cemil”, hacca gittiği için de “Hacı Cemil” diye anılmıştır. Yolda gördüğü ve gönlünün ısındığı kişilere mavi boncuk dağıtırdı. Kimileri onu velî, kimileri de deli olarak bilirdi.

 

06 Kasım 1982 yılında vefat eden Cemil Babanın mezarı Talas Mezarlığındadır. Onun sağlığında sık sık söylediği “Âlem iyi olsaydı bağ duvar istemez; kapı anahtar” sözü, mezar kitabesine yazılmıştır.

 

İNCİLİ ÇAVUŞ :

 

17. yy. da Osmanlı sarayı ve çevresine ait fıkralarıyla tanınan, hazırcevaplığı ve nükteleriyle günümüze kadar ismini devam ettiren İncili Çavuş, aslen Kayseri ili Tomarza ilçesi merkez köyü olan İncili (eski adı Trafşın) köyünde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. İstanbul’da Edirnekapı mezarlığındaki mezar taşı kitabesinde 1042 (1632/33) tarihine rastlanmaktadır.

 

Asıl adı Firuz Ağa veya Mustafa olan İncili Çavuş, I. Ahmet ve IV. Murad dönemlerinde sarayda bulunmuş, saray ve çevredeki bazı densiz devlet adamlarını çekinmeden, alaylı bir şekilde nükteleriyle yermiştir. 1626 yılında İran’a elçi olarak gönderilen İbrahim Çavuş’un yanına “Selam Çavuşu” olarak katıldığı bazı kaynaklarda yer almaktadır.

 

İnci lakabını, padişah tarafından şapkasına inci takıldığı; çavuşluğu da saraydaki görevinden dolayı almıştır.

 

1633 yılında vefat eden İncili Çavuş’un nükte ve fıkraları çeşitli kitaplarda toplanmıştır.

 

MİMAR MEHMED AĞA:

 

Kayseri’de doğan, doğum tarihi bilinmeyen Mehmed Ağa’nın babası “Elhac İbrahim” veya “İbrahim-i Atıyk” adında bir kişidir. Medrese öğrenimi gören, İstanbul’a gidip orada Hassa Mimarları Ocağı’na giren Mehmed Ağa, Sultan III. Ahmed tarafından Hassa Baş Mimarlığına getirildi. “Sadabad Mimarı” olarak tanınan Mehmed Ağa, bir çok esere imza atmıştır. Üsküdar’da İskele Başındaki meydan çeşmesi, Ayasofya’da III. Ahmed Çeşmesi başta olmak üzere sayısız eserler veren Mehmed Ağa 1742 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.

MİMAR SİNAN :

 

28 Mayıs 1490 yılında Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğmuştur. Babasının adı Abdülmennan’dır. 22 yaşında devşirme olarak İstanbul’a gitmiş ve Yeniçeri Ocağı’nda istihkam subayı olmuştur. Yavuz Sultan Selim’le İran ve Mısır’a; Kanunî Sultan Süleyman’la Irak ve Avrupa seferlerine katılmıştır. Böylece Selçuk, İran, Arap, Mısır, Yunan, Roma eserlerini görerek, sanatını geliştirme fırsatı bulmuştur.

 

Bugün dünyanın hayret ev takdirle izlediği şaheser yapıların ilham kaynağında, Kayseri’deki Selçuklu eserleri ve özellikle Erciyes’in silueti yatmaktadır. Arif Nihat Asya, Süleymaniye adlı şiirinde :

Dağ parçası kubbeler ufaktan iriden
Gel haşmeti gör yandan ileriden geriden
Bir mucize devrinde Sinan Erciyes’i
İstanbul’a dikmiş getirip Kayseri’den

mısralarıyla çok güzel bir şekilde ifade etmiştir. Süleymaniye camiinin Galata Köprüsünden görünüşü, Erciyes’in Ağırnas’tan görünüşü gibidir. 

 

49 yaşında Hassa Ser mimarı olan Sinan bu görevinde 49 yıl kalmıştır. Kendi ifadesine göre çıraklık dönemi eseri Şehzade Camii; kalfalık dönemi eserim dediği Süleymaniye Camii; ustalık dönemi eserim dediği Edirne Selimiye Camii, bugünkü teknik olanaklarla ortaya koymak neredeyse imkansız gibidir.

 

Dini yapıların dışında köprüler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar ve su yolları gibi bir çok eserler vücuda getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun hakim olduğu üç kıta üzerinde 364 eser meydana getiren Sinan’ın doğum yeri olan Kayseri’de de iki cami ve bir hamam olmak üzere üç eseri vardır.(Hacı Ahmed Paşa “Kurşunlu” Camii, Osman Paşa Camii ve Hüseyin Bey Hamamı) bunlardan sadece Kurşunlu Camii ayakta kalabilmiştir.

 

9 Nisan 1588 de İstanbul’da vefat eden Sinan, Süleymaniye külliyesi içerisinde kendisi tarafından inşa edilen zarif bir türbede medfundur.

 

NASREDDİN HOCA :

 

Mizahta üstüne gelir olmayan Nasreddin Hoca, Sivrihisar’da doğmuş, uzun süre Kayseri’de yaşamıştır. “Tarih-i Al-i Selçuk Der Anadolu” adlı kitapta: “Kayseri kurulduğundan beri bunun gibi bir zat gelmiş değildi.” denilmektedir. Kaldı ki üzerinde Nasreddin Hoca ismi yazılı olan tek mezar taşı da Kayseri Müzesinde 1456 envanter numarasıyla kayıtlı bulunmaktadır. Lahdin üzerinde iki kuşak halinde Selçuklu stilinde kitabe vardır. Kitabenin ilk sırasında “hāzā kabir el merhum el mağfur es said eş şehid nasır-el din hoca co… (burada taş kırılmıştır) anlamı ise “bu kabir, merhum, bağışlanmış, mübarek, şehit Nasrettin Hoca’nındır co… 611 (1214) yılının safer ayında ölmüştür) Alt sırada ise Kur’an-ı Kerim’den iki ayet (Tevbe Suresi 21. ve 22. ayetler) ve bir hadis (Allah Elçisi – salât ve selâm üzerine olsun- buyurdu ki: Dünya, ahiretin tarlasıdır.) yazılıdır. Üzerindeki tarih ise (H. 611 – M.1214) tarihi bulunmaktadır. Bu lahit, başka bir yerden Kayseri’ye getirilmediğine göre, Nasreddin Hoca’nın Kayseri’de yaşamış, Kayseri'de ölmüş ve buraya defnedilmiş olma ihtimali çok yüksektir.

 

SEYYİD BURHANEDDİN :

 

Mevlânâ’nın babası Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled’in müritlerindendir. 1165 de Tirmiz’de dünyaya gelmiştir. Hocasından gerekli olan tüm bilgileri aldıktan sonra, mürşidinin, Belh’ten ayrılıp, Hac farizasını Mekke yerine getirdikten sonra, Nişabur, Bağdat, ve Şam’ uğrayarak Konya’ya yerleşmesi üzerine Seyyid Burhaneddin de Tirmiz’de inzivaya çekilmişti. M. 1230 senesi Rebi-ül ahir ayının 18. Cuma günü, mürşidi Sultan-ül Ulema’nın vefatını öğrenmişti.

Bir gece Burhaneddin’in rüyasına giren hocası “Konya’da yalnız kalan Celaleddin’in yanına gitmesini onun eğitimiyle meşgul olmasını” istedi. Bunun üzerine Konya’ya giden Seyyid Burhaneddin, Konya’da tam dokuz yıl kalarak Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî ile ilgilendi. Mevlânâ’nın kemale erdiğine inanan Seyyid Burhaneddin, Şems-i Tebrîzî’nin de Konya’ya geleceğini sezinlediğinden, Konya’dan ayrılarak M. 1240 yılında “Dar-ül Feth” denilen Kayseri’ye gelip yerleşti.

Hunat (Huand) Medresesinde müderrislik yapan Seyyid Burhaneddin, bir çok ilim adamı yetiştirmiştir. Kendisine çile hane olarak Mükremin Mahallesindeki “Hakırdaklı Cami”ini seçmiştir. Hayatı boyunca mücadele ettiği tek şey “nefis canavarı” olmuştur. M.1246 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşan Seyyid-i Sırdan Burhaneddin Muhakkik Tirmizi, Kayseri’de Gültepe Parkının yanındaki mezarlıkta medfundur.


OSMAN KAVUNCU :

 

1918 yılında Kayseri'nin Tacıkızıl mahallesinde dünyaya geldi. Babası, Sadık Efendi Hocanın oğlu Murat Efendi, anası ise, Akçakayalızāde Esat Beyin kız Ulviye Hanımdır. Terakkî Mektebi’nin üçüncü sınıfına kadar eski yazı ile öğrenim görmüş, daha sonra İnönü ilkokulunda 4. ve 5. sınıfları okumuştur.  Ortaokul tahsiline Kız Ortaokulu’nda başlamışsa da daha sonra kız ve erkek öğrencilerin ayrılması üzerine, lisenin orta kısmında tamamlamıştır. Kayseri lisesini bitirdikten sonra İstanbul Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulundan mezun oldu.


Tahsilini tamamlayan Kavuncu, Kayseri Uçak Fabrikası’nda Muhasebe Şefi olarak görev yaptı. Kısa bir süre sonra buradaki görevinden istifa ederek “Doğru Yol”  gazetesini çıkarmaya başladı. İlk sayısı 4 Eylül 1945 Salı günü çıkan ve haftada iki gün yayınlanan (Salı ve Cuma) bu gazetede, gördüğü her türlü kötülük, yolsuzluk ve irtikaplarla mücadele etmeye başladı. Yönetimin yoğun baskıları sonucu, gazeteyi basan matbaanın sahibi, Kavuncu’dan özür dileyerek gazeteyi basamayacağını söylemiştir. Bunun üzerine Doğru Yol’un 79.nüshası son sayı olarak 8 Temmuz 1946 tarihinde Adana’dan Kayseri'ye getirilmiş ve halk tarafından kapışılarak alınmıştır.  

 

Kayseri'de  bir vurguncu şebekesini ortaya çıkarmış, fakat hiçbir yetkilinin ilgilenmemesi üzerine, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na çıkarak “Hırsızları Vali, Valiyi İçişleri Bakanı himaye ediyor. Dolayısıyla İçişleri Bakanı’nı da siz koruduğunuza göre, bizi bu hırsızlardan kim kurtaracak?” diyebilme cesaretinde bir kişiliğe sahipti. Kaldı ki, devrin Valisi arabasına ailesini doldurarak Hisarcık’a mesire yerine giderken, arabanın önüne çıkarak, “ Devlet fakir fukaranın parasıyla aldığı bu arabayı sana eğlenesin,  diye değil iş göresin diye verdi. Ya karını ve çocuklarını indirirsin, ya da benim cesedimi çiğner öyle geçersin” diyerek otomobilin önüne uzanmıştır.

Siyasi hayata CHP saflarında başlayan Kavuncu, parti politikasının kendi ilkelerine uymayan icraatlarını görerek, partiye sırt çevirmiş ve Demokrat Partinin kuruluşuyla bu partiye geçerek, il teşkilatının kuruluşu sırasında müteşebbis heyette görev almıştır. 1946 yılında merkez ilçe, 1952 yılında da il başkanlığını yürütmeye başlamıştır.

Haşin bir mizaca sahip olmasına karşın asla kibirli değildi. 3 Eylül 1950 yılında yapılan mahalli seçimlerde Belediye Başkanlığı görevine başladı. 1957 yılı Milletvekili Seçimlerine kadar devam eden başkanlığı sırasında Kayseri'de bir çok önemli hamlelere imza atmıştır. Bugünkü modern Kayseri'nin projesini o çizmiştir demek yanlış olmasa gerek. Göreve başladığında 1 milyon lira olan belediye bütçesini bir yıl sonra 14 milyona çıkarmayı başaran Kavuncu, elde ettiği bu paralarla Kayseri'yi orta çağ görüntüsünden kurtararak, çağdaş bir görünüme kavuşturmuştur.

 

27 Ekim 1957 seçimlerinde Demokrat Parti listesinde Kayseri Milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. 27 Mayıs 1960 yılında askerî darbe sonunda tutuklanarak Yassıada’ya  gönderildi. Uzun bir süre devam eden muhakeme sonunda Kavuncu, 15 Eylül 1961 tarihinde 7 yıl ağır hapis cezasına çarptırılarak bu mahkûmiyetini “Kayseri Kapalı Cezaevi”nde geçirmesi karara bağlanmıştı. 

 

2 Ekim 1962 tarihinde sağlığının bozulması üzerine hasta haneye sevk edilmiş ve verilen rapora istinaden “sağlık sebebiyle”  tahliye ile cezaevinden çıkmıştır.

 

11 Kasım 1966 Cuma günü saat 19.20 de kalp yetmezliğinden, evinde, hayata gözlerini yummuştur.

bottom of page